Sözce'de sorgulama yapmak için bir kelime girin

vurmak ne demek?

 - 4 sözlük, 6 sonuç.

Güncel Türkçe Sözlük

vurmak, -ur anlamı
(-e) 1. Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak: Masaya vurmak. Birinin başına vurmak. 2. (-i) Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak: "Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara giriyor." -R. H. Karay. 3. Etkisi bir yere kadar uzanmak, sokulmak, girmek, duyulmak, yansımak, aksetmek: "Yıkık damından içeriye parça parça güneş vurur." -R. H. Karay. 4. (-i, -e) Hızla değmek, çarpmak: Kolumu duvara vurmuşum. 5. Sürmek: Duvara boya, tahtaya cila vurmak. Yakı vurmak. 6. Takmak, koymak: "Seni buradan ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurup öyle götürecekler!" -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. Bağlama, ilişkilendirmek: "Bohçacı ve yazmacı kadınların tuhaflığına vurarak etrafını alırlar." -R. H. Karay. 8. Olduğundan başka biçimde görünmek. 9. (nsz) Batıcı veya kesici cisimleri saplamak, kakmak: Bıçak vurmak. İğne vurmak. 10. (nsz) Uygulamak, basmak, koymak: Damga vurmak. 11. Ses çıkarmak, ses vermek, çalmak. 12. (-i) Amaçladığı şeye rast getirmek. 13. (-i) Hızla çarpmak: Ayağını güm güm yere vurarak. 14. (-i) Silahla yaralamak, öldürmek: "Bir gün kızı kurtarmışlar, ayıyı vurmuşlar, kızı saraya götürmüş, padişahın oğluna vermişler." -H. E. Adıvar. 15. Dokunmak, hasta etmek: "Bizim evin bacası çekmiyor. Bütün kış, maaile kömür vuruyor bizi bu yüzden." -N. Hikmet. 16. (nsz) Soğuk, dolu vb. ürünlere zarar vermek: Sebzeleri soğuk vurdu. Meyveleri dolu vurdu. 17. (nsz) Kalp, vuru durumunda olmak, çarpmak: "Kalbi öylesine kopacakmış gibi vuruyordu." -H. Taner. 18. Piyango vb. çıkmak, isabet etmek. 19. Üzerinde görünmek, üzerine düşmek: Ağacın gölgesi duvara vuruyor. 20. (-i) Desteklemek, dayamak: Akşam olunca kapının desteğini vurduk. 21. Çıkmak, görünmek: Su dışarı vurdu. 22. Sırtına, omzuna yerleştirmek: "Hamalın biri sırtına koca bir ayna vurmuş götürüyordu." -H. Taner. 23. Bir şeyi başka bir şey üzerine koymak. 24. Tavla oyununda pulu kırmak. 25. mec. Çok etki etmek, yaralamak. 26. argo İçki içmek. 27. (-i) argo Herhangi bir biçimde haksız yoldan para almak, soymak: Birinin on milyon lirasını vurmak. 28. (-i, -e) mat. Çarpma işlemini yapmak: İkiyi dörde vurursak sekiz eder.

Tarama Sözlüğü

vurmak anlamı
Yapıştırmak.

Türkçe - İngilizce

vurmak anlamı
fiil
1) knock
2) hit
3) shoot
4) strike
5) putt
6) whack
7) beat
8) swat
9) impinge
10) punch
11) pound
12) dash
13) bang
14) deal
15) clip
16) zap
17) bat
18) beat down
19) percuss
20) clout
21) smash
22) bust
23) catch
24) plunk
25) pummel
26) ram
27) inflict
28) slog
29) switch
30) prick
31) chime
32) pip
33) grass
34) bruise
35) catapult
36) clap
37) lay out
38) lay to
39) lodge
40) mall
41) nail
42) pack
43) plant
44) plonk
45) shoot off
46) plug
47) swinge
48) land
49) stub
50) stroke
51) gun
52) sock
53) kayo

Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü

vurmak anlamı
1. Denk getirmek: Tam üstüne vurmuşum. 2. Yönelmek, sapmak (genellikle yokuş için). 3. Koymak: Yemeği ataşa vur. 4. Yüklemek.
vurmak anlamı
Vurmak (bakınız» urmak)
vurmak anlamı
1. Çarpmak, vurmak. 2. (çalgı) Çalmak. 3. İdam etmek. 4. Silahla öldürmek. 5. Seslenmek // yola vurmak: uğurlamak

Artvin Yusufeli Uşhum köyü

vurmak eş anlamlısı

aksetmek
(-den) (a'ksetmek) 1. Ses bir yere çarpıp geri dönmek, yankılanmak, yankı vermek: "Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyla / Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi" -Y. K. Beyatlı. 2. (-e, -den) Bir ışık veya bir şekil düz ve parlak bir yüzeye çarpıp orada aynen görünmek, yansımak: "Bulunduğumuz yeri sarayın tek parça, geniş camlarından akseden avize ışıkları aydınlatıyordu." -R. H. Karay. 3. Evirmek, tersine çevirmek. 4. (-e) mec. Ulaşmak, yayılmak, duyulmak: "Zaptiye ve hafiye vakalarına dair havadisler bize, âdeta, efsaneleşmiş olarak aksetmez miydi?" -Y. K. Karaosmanoğlu.
bağlama
is. 1. Bağlamak işi. 2. Üç çift telli olan ve mızrapla çalınan bir saz. 3. Yapılarda duvarları birbirine bağlayan kiriş, putrel vb. 4. db. Ulama.
basmak
(-e) 1. Vücudun ağırlığını verecek bir biçimde ayak tabanını bir yere veya bir şeyin üzerine koymak: "Bastığın yerlerde güller açtı, sarıldı ayaklarına." -C. Külebi. 2. Küçük çocuklar ayakta durabilmek. 3. Bir şeyi, üzerine kuvvet vererek itmek: "Motor çalıştıktan sonra debriyaja basarsınız." -H. E. Adıvar. 4. (-i, -e) Sıkıştırarak yerleştirmek: Peyniri küpe basmak. 5. (-i) Bası işi yapmak, tabetmek. 6. (-i, nsz) Örtmek, bürümek, kaplamak: "Yollarını ot basmış, çamları yükselip saçaklarına el atmış olan bu büyük köşk." -M. Ş. Esendal. 7. (-i, -e) Bir şey üzerinde kalıp, mühür vb.yle iz yapmak: "Şuraya başparmağını bas dediler, ben de bastım." -S. F. Abasıyanık. 8. (-i) Baskın yapmak: "Ölen kızın intikamını almak için köyü basıp yakmış." -E. İ. Benice. 9. (nsz) Bazı adlarla sertlik, aşırılık anlamlarında yardımcı fiil olarak kullanılır: "Bir kahkaha basarak merdivenleri inmeye başladım." -S. F. Abasıyanık. 10. Bir kimse bir yaşa girmek: "On dokuz yaşına yeni basmış, ürkek ve utangaç bir kızdım." -A. Erhat. 11. (-i, nsz) Duman, sis vb. çevreyi kaplamak, çökmek: "Şehri akşamüstü sis basmıştı." -S. F. Abasıyanık. 12. (-i, nsz) Basınç yaparak sıvı ve gazları itmek: Pompa bozulmuş, suyu basmıyor. Otomobilin lastiğine hava basmak. 13. (nsz) Kümes hayvanları kuluçkaya yatmak. 14. (-i) Uygunsuz vaziyette yakalamak. 15. (nsz) mec. Bir şeyin etkisinde kalıp eziklik, üzüntü ve ağırlık duymak: "Yüreğinin acısını duyuyordu. Sıkıntı basmış, terlemeye başlamıştı. İzin istedi." -Y. Z. Bahadırlı.
çalmak
(-i, -e) 1. Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak: "İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan bedeviler dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı." -F. R. Atay. 2. Vurarak veya sürterek ses çıkartmak: "Bir yandan mızıka istiklal havasını çalıyordu." -R. E. Ünaydın. 3. Bir müziği dinlemeyi sağlayan aleti çalıştırmak: "Fevkalade zekidir; iyi dans eder, piyano çalar, tenis oynar, ata biner, avcıdır, kayakçıdır." -R. H. Karay. 4. (nsz) Ses çıkarmak, ses vermek: "Hafif hafif ıslıklar çalan sesi eski keskinliğini kaybetmiştir." -R. N. Güntekin. 5. Atmak, çarpmak, vurmak. 6. Yoğurt yapmak için sütü mayalamak, katıp karıştırmak: "Ana, inek sağar; yoğurt çalar, yayık vurur." -T. Buğra. 7. Üzerine sürmek: Ekmeğin üzerine yağ çaldı. 8. (-i) Bozmak, zarar vermek. 9. (-i) Kumaşın bir parçasını kesmek. 10. Madeni oymak, kalemle işlemek. 11. (-e) Benzemek, andırmak: "Geniş alınlı, kırmızıya çalar, kahverengi saçlı, altın dişli tuhaf bir delikanlı gülümsedi." -S. F. Abasıyanık. 12. mec. Zamanı boşa harcatmak, ziyan edilmesine yol açmak. 13. (-i) hlk. Süpürmek, temizlemek: Tozu çalmak.
çarpmak
(-e) 1. Hızla değmek, vurmak: "Eşiği aştım, içeri girdim, ortada duran uzun bir masaya çarptım." -A. Kutlu. 2. (nsz) Etkisiyle birdenbire hasta etmek: Güneş çarpmak. Kömür çarpmak. 3. (-i) Varlığına inanılan bir gücün öfkesine uğramak: "Yeşildirek'te yatan evliya hepinizi çarpar." -K. Tahir. 4. (-i) El çabukluğu ile çalmak, dolandırarak elde etmek: "Köprüden denizi seyredenlerin cüzdanını hep çarparlar." -B. Felek. 5. (-i) Kurnazlıkla, zorla ele geçirmek: "İhtiyarın üç aylıkları aldığı günler çıkagelir, allem edip kallem edip zavallının yarı maaşını çarpar kaçar." -H. Taner. 6. (nsz) Kalp, hızlı hızlı vurmak. 7. (-i, -le) mat. Biri çarpılan, öbürü çarpan denilen iki sayı verildiğinde çarpanı çarpılandaki birim kadar çoğaltarak çarpım adı verilen bir üçüncü sayıyı elde etmek, darp etmek. 8. (-i) mec. Çekiciliğiyle etkilemek, şaşırtmak: "Güzel halk türkülerinde beni çarpan şey bunların hepsinin arkasında bir vaka, bir macera, nihayet bir insan bulunmasıdır." -B. R. Eyuboğlu.
çıkmak
(-den) 1. İçeriden dışarıya varmak, gitmek: "Ortalık ağarırken bir arkadaşımla yorgun adımlarla konaktan çıktık." -F. R. Atay. 2. (nsz) Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek: "Bu mülakatımızdan esaslı bir netice çıkmadı." -Atatürk. 3. (nsz) Bir meslek veya bilim kurumunda okuyup yetişmek, mezun olmak: "Çiçeği burnunda subay çıkar çıkmaz, ben size bir emir eri bulurum." -H. Taner. 4. Bulunduğu yeri bırakıp başka yere geçmek, taşınmak, ayrılmak, ilgisini kesmek: "Yeni evimizden çıkıp eski evimize taşındık." -Y. Z. Ortaç. 5. Süresi dolduğunda ayrılmak: Daireden çıkmak. Hastaneden çıkmak. Cezaevinden çıkmak. 6. (nsz) Yapılmak, yürümek: Bu dairede işler kolay çıkmaz. 7. Yetişecek ölçüde olmak: Bu kumaştan bir palto çıkar mı? 8. Eksilmek: Dörtten iki çıkarsa iki kalır. 9. Meydana gelmek: "Uygunsuz dediğim vakalardan biri bir salon oyunu yüzünden çıkmıştır." -R. N. Güntekin. 10. (nsz) Sıyrılmak, ayrılmak: Bebeğin patiği çıktı. 11. (nsz) Herhangi bir durumda olduğu anlaşılmak: Borçlu çıkmak. Kârlı çıkmak. Alacaklı çıkmak. 12. Bir durumla ilgili niteliklerini yitirmek, bir durumdan başka bir duruma geçmek: "Çok sonra öğrenecek bunu. Çok sonra, çocukluktan çıkıp kocaman adam olduktan sonra." -T. Dursun K. 13. (-i) Bir şeyin yukarısına doğru yürümek: "Uzun, dik merdivenli bir yokuşu çıktık." -R. H. Karay. 14. (-de, nsz) Bir inceleme, bir araştırma sonucu bulmak: Sularda bakteri çıktı. 15. (-e) Yetkili birinin makamına iş için gitmek: Başkana çıkmak. 16. (-e) Talihine veya payına düşmek, isabet etmek, vurmak: Arkadaşa piyango çıkmış. Bize yine gezi çıktı. Bu işten size de bir şey çıkar. 17. (nsz) Bir konu yetkililerce karara bağlanmak. 18. (-e) Mal olmak: Bu ev dört milyara çıktı. 19. (-e) Oyunda herhangi bir rolü oynamak: "Arsız ve aptal mahalle çocuğu rolüne çıkmıştı." -B. R. Eyuboğlu. 20. (-e) Bir yere ulaşmak, varmak: "Karşı kaldırıma geçtiler, sağa sola saptılar, demir yoluna çıktılar." -M. Ş. Esendal. 21. (-e) Karaya ayak basmak: "1919 senesi Mayısının on dokuzuncu günü Samsun'a çıktım." -Atatürk. 22. (nsz) Yayılmak, duyulmak: "Başından beri gazetelerde enstitü hakkında havadisler çıkıyordu." -A. H. Tanpınar. 23. (nsz) Olmak, bulunmak, var olmak: "Bayramın son günü her iki kadının da işleri çıkmıştı." -O. C. Kaygılı. 24. (-e) Bir iddia ile ortalıkta görünmek: "Sen onun karşısına çapkın bir adam gibi çıktın." -P. Safa. 25. (-den, nsz) Yayılmak: Lağımdan pis kokular çıkıyor. 26. (-e) Karşı gelebilmek, boy ölçüşmek: Güreşte ona çıkacak kimse yok. 27. (-e) Bulaşmak: Kravatın boyası gömleğe çıktı. 28. (-i) Binaya kat eklemek: Evin ikinci katını çıkmadan havalar bozuldu. 29. (-e) Bir sebeple bulunulan yerden ayrılmak: "Bu kahveden sıkıldın, ötekine çıkarsın, anladın mı?" -M. Ş. Esendal. 30. (nsz) Niteliği sonradan anlaşılmak: "Eyvah, bu da ötekiler gibi soysuz çıktı. İstemem artık gözüm görmesin, soğudum, iğrendim. Atın evimden dışarı." -R. N. Güntekin. 31. (nsz) Davranışta herhangi bir niteliği bulunmak: Akıllı çıktı da arkadaşına uymadı. 32. (nsz) Yerinden oynamak: "Fukaranın hem sağ bileği çıkmış hem davulu patlamıştı." -R. N. Güntekin. 33. (nsz) Görünür veya belli bir durumda bulunmak: Tencerenin bakırı çıktı. Zayıflıktan kemikleri çıkmış. 34. (nsz) Oluşmak, olmak: Fırtına çıkmak. Soğuk çıkmak. 35. (nsz) Piyasaya sürülmek. 36. (nsz) Bitmek, büyümek, sürmek: Ekinler çıkmaya başladı. Bıyığı çıktı. 37. (nsz) Verilmek: Maaş çıkmak. Emir çıkmak. 38. (nsz) Ay veya mevsim geçmek: Mart çıktı. Kış çıktı. 39. (nsz) Yeni yetişip satışa sunulmak: Erik çıkmış. Çilek daha çıkmadı. 40. (nsz) Yükselmek, artmak: Fiyatlar çıktı. 41. (nsz) Artırmak, fiyatı yükseltmek. 42. (nsz) Sesini yükseltmek. 43. (nsz) Büyük abdest bozmak. 44. (nsz, -den) Giderilmek, yok olmak: Leke çıktı. 45. Unutmak: O söz benim hatırımdan çıkmadı. 46. (nsz) Ay, güneş görünmek: "Hava açılmış, ay çıkmıştı." -R. H. Karay. "Güneş seni ısıtmak için çıkıyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 47. (nsz) Yayımlanmak: "Yeni çıkmış Fransızca bir iki kitap bulunurdu." -Y. Z. Ortaç. 48. (nsz) Gelmek: "Çok geçmeden haber çıkacağını kadınlık insiyakiyle derhâl sezmişti." -R. H. Karay. 49. (-den) Gerçekleşmek: "İnsanın her gördüğü rüya çıkmaz ya!" -M. Ş. Esendal. 50. (nsz) Bulunduğu yerden fırlamak, kopmak: Arabanın direksiyonu çıkmak. 51. (-den) Bir şeyin düzeni bozulmak, eskisinden daha değişik, kötü bir duruma girmek: Ev, ev olmaktan çıktı. 52. (-le) Flört etmek: "Sevim, senden başka bir kızla çıkmadım." -A. İlhan. 53. (-e) Erişmek, görmek: "Aklı başında ama sabaha çıkamayacağına kalıbımı basarım." -S. F. Abasıyanık. 54. mec. Harcamak zorunda kalmak: Paradan çıkmak. Bin liradan çıktım. 55. (-i) argo Vermeye katlanmak: Çık bakalım paraları!
dayamak
(-i, -e) 1. Yaslamak: "Sol kolunu yürürken hep kalçasına dayardı." -Ö. Seyfettin. 2. Bir yerden, bir kimseden yararlanmak, güç almak: "Kürekleri iskeleye dayayarak bütün hızıyla itti." -S. F. Abasıyanık. 3. Korkutmak için hızla, öfkeyle yaklaştırmak, uzatmak: Mektubu gözüne dayadı. Bıçağı göğsüne dayadı. 4. (-e) Varmak, ulaşmak. 5. mec. Kalitesiz, kötü veya çürük bir malı, gizlice iyi olanların arasına katıp müşteriye satmak. 6. (-e) tkz. Vakit geçirmeden, bekletmeden vermek: "Tezgâha giden garson, önüme koca bir kadeh rakı dayadı." -O. C. Kaygılı. 7. (-i) hlk. Kapı veya pencereyi ardına kadar açmak.
desteklemek
(-i) 1. Destek koymak: "Kapıyı ardından destekleyip varını yoğunu amcasının şerrinden koruyacaktı." -N. Hikmet. 2. mec. Bir kimse veya kuruluşa yardım sağlamak, müzaheret etmek. 3. mec. Arka olmak, arka çıkmak: "Basında bizi destekleyen gazetecilerle görüştü." -A. Ümit.
dokunmak
(I) (-e) 1. Nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık vb. niteliklerini derinin altındaki sinir uçları aracılığıyla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek: "Bir elektrik zilinin düğmesine dokunduk." -A. Haşim. 2. Karıştırmak: Bu kâğıtlara kimse dokunmasın. 3. (nsz) Almak, kullanmak, el sürmek: "Buğdaydan, bulgurdan ne varsa kimse dokunmuyor, daha zor günlere saklıyordu." -N. Araz. 4. (nsz) Sağlığını bozmak: Bu yemek bana dokunur. Bu hava dokundu. 5. İnsanın içine işlemek, duygulandırmak, etkilemek, koymak, batmak: "Hiçbir gözyaşının bana onunkiler kadar dokunduğunu hatırlamıyorum." -R. N. Güntekin. 6. İlişkin, ilgili olmak, değinmek: Eğitim konusuna dokunan bir yazı. 7. Hafifçe değmek: Rüzgâr estikçe dal antene dokunuyor. 8. Onur, anlayış vb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çıkmak: "Erkekte pudra sinirime dokunuyor diyorum, anlamıyorsun." -P. Safa. 9. mec. Tedirgin etmek, sataşmak: "Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı." -S. F. Abasıyanık.
dokunmak
(II) (nsz) Dokuma işi yapılmak: Halılar dokundu.
girmek
(-e) 1. Dışarıdan içeriye geçmek: "Birlikte kiliseden içeri giriyoruz, ben topallıyorum." -A. Ağaoğlu. 2. Sığmak: Elim bu eldivene girmiyor. 3. Katılmak, iltihak etmek: "Bugün edebiyat imtihanına girdim." -Y. Z. Ortaç. 4. Almak, fethetmek: "Ordularımız İstanbul'a girdiler." -M. Ş. Esendal. 5. İncelemek, ayrıntılara inmek. 6. Girişmek, başlamak: "Kaçırdım gene ipin ucunu, bir türlü konuya giremiyorum." -N. Ataç. 7. Bulaşmak: Koyunlara kelebek hastalığı girdi. 8. (nsz) Zaman anlamlı kavramlar için gelmek: İlkbahar girdi. 9. (nsz) Ağrı, sancı başlamak, saplanmak. 10. Yeni bir duruma geçmek, dönüşmek: "Göğün morlaşan kenarı eriyor, menekşe rengine giriyordu." -Ö. Seyfettin. 11. İyice anlamak, iyice bilmek. 12. Kavgaya tutuşmak. 13. Başlamak. 14. Erişmek, ulaşmak: Yirmisine girdi. 15. Bir şeyin yapımında, birleşiminde yer almak. 16. Yazılmak, başlamak: Okula girdi. 17. Yemek yemek.
görünmek
(nsz) 1. Görülür duruma gelmek, görülür olmak, gözükmek: "Kapıda Eda Hanım göründü ve ona hatır sordu." -P. Safa. 2. İzlenim uyandırmak: "Bu, biraz daha inandırıcı görünüyor." -A. Kutlu. 3. Benzemek, görünüşünde olmak. 4. mec. Azarlamak: Çocuk pek azdı, biraz görünüver. 5. mec. Gözdağı vermek.
isabet etmek
1) nişan alınan yere değmek, rastlamak: Kurşun hedefe isabet etti. 2) çıkmak: Piyangodan yüz bin lira isabet etti. 3) yerinde iş görmüş olmak: "O hâlde yalnız çıkmış olduğuma çok isabet etmiştim." -H. E. Adıvar. 4) belli bir yerde bulunmak, yer almak: "Kapının yanına isabet eden ilk koltuktakinin tıraşı bitmişti." -Ö. Seyfettin.
kakmak
(-i) 1. İtmek, vurmak. 2. (nsz) Kakma yapmak. 3. Vurarak dar bir yere sokmak: "Kimi duvarlarına renkli taşlar kaktı. Kimi bahçesine ağaç dikti." -L. Tekin.
kalp
(I) is. 1. anat. Göğüs boşluğunda, iki akciğer arasında, vücudun her yanından gelen kanı akciğerlere ve oradan gelen temiz kanı da vücuda dağıtan organ, yürek: "Bak ellerim nasıl titriyor, bak alnım nasıl yanıyor, bak kalbime nasıl çarpıyor." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Kalp hastalığı: Kalpten öldü. 3. mec. Sevgi, gönül. 4. mec. Bir ülkenin, bir kuruluşun işleyiş, yönetim ve varlığını sürdürme bakımından en önde gelen yeri. 5. mec. Duygu, his: "İnsanı tekrar, kalp ve fikir cennetine eriştirebilecek tek kudret kadındır." -H. E. Adıvar.
kalp
(II) is. esk. Bir durumdan başka bir duruma çevirme, dönüştürme.
kalp
(III) sf. 1. Düzme, sahte, geçmez (para). 2. mec. İşe yaramaz, tembel: Kalp adam. 3. mec. Yalancı, kendine güvenilmeyen: "Kalp herifin biri bu..." -R. H. Karay.
koymak
(-i, -e) 1. Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek: "Öteki elini doktorun omzuna koydu." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir kimseyi işe yerleştirmek, birine iş sağlamak: Bu işe kimi koyacağız? 3. Bırakmak: İçeri kimseyi koymuyorlar. 4. Katmak, eklemek: "Mal üstüne mal koymak için içi giden bir kişidir." -S. Birsel. 5. İmza, tarih, adres yazmak. 6. Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak: "Orduda yaşayan manevi kuvveti de meydana koyuyor." -R. E. Ünaydın. 7. (nsz) Etkilemek, dokunmak: Bu söz ona çok koymuş. 8. Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak: "Giderlerini iki ay içinde yerine koydu." -N. Cumalı. 9. Bırakmak, terk etmek.
öldürmek
(-i) 1. Bir canlının hayatına son vermek: "Öldüreceği, laf söyleteceği adamı diri diri fırına kor, gözünün önünde yakardı." -Ö. Seyfettin. 2. Bitkinin solarak kurumasına sebep olmak: Susuzluktan çiçekleri öldürdü. 3. Çok üzmek: "Ölüm bir eve girince sağ kalanları da biraz öldürüyor." -P. Safa. 4. Aşırı yormak. 5. Boşuna geçmek: Bütün bir günü öldürdük. 6. Ölmesine yol açmak: Bu adamı içki öldürdü. 7. Sağlığını bozmak, rahatsızlık vermek: Bu hava bizi öldürüyor. 8. mec. Yok olmasına, ortadan kalkmasına, azalmasına yol açmak: Savaş birtakım sanayi kollarını öldürdü. 9. mec. Etkisini ve gücünü azaltmak: "Sırf kendi için okuyan, gezen, eğlenen bir aydın, kendini yaşarken öldürmüyor mu?" -H. Taner. 10. mec. Bazı şeylerin diriliğini, tazeliğini veya sertliğini gidermek: Soğanı tuzla ezip öldürmek.
sokulmak
(nsz, -e) 1. Sokma işine konu olmak. 2. Girmek: Yorganın altına sokulmak. 3. Yanaşmak, yaklaşmak: "Bazen de dayanamaz, yanına sokulur, saçlarını okşardı." -T. Buğra.
sürmek
(-i, -e) 1. Yönetip yürütmek, sevk etmek. 2. Devam etmek: "Yenilenmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer." -Anayasa. 3. Önüne katıp götürmek: Koyunları sürmek. 4. Uzatmak, ileri doğru itmek: "Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor." -M. Ş. Esendal. 5. Dokundurmak, değdirmek: "Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim." -H. C. Yalçın. 6. Oturduğu, bulunduğu yerden, ülkeden ceza olarak başka bir yer veya ülkeye göndermek, nefyetmek: "Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler." -Y. Z. Ortaç. 7. Bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak, dökmek, serpmek: "Avucuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor." -R. H. Karay. 8. tic. Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak: "Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal varsa pansiyonerlere sürerler." -H. R. Gürpınar. 9. Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak. 10. (-i) Herhangi bir durum içinde bulunmak: "Dört duvar arasında bir memur hayat sürüyordu." -Y. Z. Ortaç. 11. (-i) Pulluk veya sabanla toprağı işlemek: "Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi." -Ö. Seyfettin. 12. (nsz) Olmaya devam etmek: "Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum." -A. Gündüz. 13. (nsz) Zaman geçmek: Çok sürmez, her şey düzelir. 14. (nsz) Zaman almak: "Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü." -A. Haşim. 15. bit. b. Bitki, ot yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek: "Bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, rutubetli toprakta bir bir arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı." -R. H. Karay. 16. (nsz) Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak.
takmak
(-i) 1. Bir şeyi başka bir yere uygun bir biçimde tutturmak, iliştirmek, geçirmek: "Gözlüğünü takıp masaya eğildi." -R. H. Karay. 2. (-e, nsz) Düğün vb. törenlerde takı armağan etmek: Geline pırlanta yüzük takmışlar. 3. (-i, -e) Ad, lakap koymak: "Ona bu adı kim takmıştır, ne zaman takmıştır, bilemiyor." -H. Taner. 4. (nsz) Kuşanmak: Kılıç takmak. 5. Kendisiyle birlikte götürmek, yanına almak veya arkasından izletmek: "Arabaya hafiye kıyafetinde polis memurları da takıyorlar." -Y. Z. Ortaç. 6. (-e) mec. Biriyle olumsuz olarak uğraşmak. 7. argo Borç bırakmak: "Bu eve asilzadelerin biri girip öteki giderdi. Giden kirayı takar, gelen ortalığı kasıp kavururdu." -P. Safa. 8. argo Önemsemek, önem vermek, tınmak: "Dün koskoca bir mebus kızıyken, bir zamanların şalvarlı Nuriye'sini takar mıyım?" -A. Ağaoğlu. 9. (-den, -de) argo Sınavını başaramamak.
uygulamak
(-i) 1. Kuramsal bir bilgiyi, ilkeyi, düşünceyi herhangi bir alanda hayata geçirmek, tatbik etmek: "Nitekim bilge bunu açıkça söylemekle kalmaz, tamı tamına uygular da." -N. Uygur. 2. (-i, -e) Üst üste getirmek, üstüne koymak, tatbik etmek: İki üçgeni birbirine uygulamak.
yansımak
(nsz) 1. Işık dalgaları yansıtıcı bir yüzeye çarparak yön değiştirmek, aksetmek: Düz ve parlak yüzeylere çarpan ışık yansır. 2. Yer almak: "Gazeteye yansıyan haber ağızdan ağıza geçerken açıklığını hemen hemen tamamen kaybetmiştir." -Halikarnas Balıkçısı. 3. mec. Anlaşılmak, belli olmak. 4. mec. Ulaşmak, duyulmak, yayılmak, aksetmek.
yaralamak
(-i) 1. Silah, bıçak vb. bir araçla yara açmak: "Kocaman bir bıçağı kuşağının arasından çıkarıp Seher'i böğründen yaraladı." -S. F. Abasıyanık. 2. mec. Gücendirmek, incitmek, kırmak: Gururunu yaraladılar.

"vurmak" için örnek kullanımlar

Bir hava topunda Ordusporlu oyuncu bir hamle ile kafa vurmak için geldi.
Head with an air cannon to hit Ordusporlu player has a move.
Kaynak: sabah.com.tr
Moutinho'nun ortasına Danilo kafa vurmak istedi ancak defans izin vermedi.
Danilo wanted to hit the middle of the head, but did not allow Moutinho'nun defense.
Kaynak: goal.com
Biz biraz daha savunmada oyunu tutup rakibi kendi silahıyla vurmak istedik.
We wanted a bit more defensive game by holding the opponent to hit with his own gun.
Kaynak: posta.com.tr
dakikada sahaya giren bir taraftan hüakem Volkan Baayarslan'a vurmak istedi.
On the one hand, the entering hüakem Baayarslan'a wanted to hit up the volcano.
Kaynak: ntvspor.net
Nişancı tüfeği, uzak mesafelerden hedefleri yüksek isabet oranıyla vurmak için kullanılan bir tüfek türüdür. Nişancı tüfeği kullanan
Kaynak: Nişancı tüfeği
Beyzbol sopası, beyzbol oyununda atıcı tarafından atılan topa vurmak için kullanılan yumuşak tahta ya da metalden yapılmış bir tür sopadır
Kaynak: Beyzbol sopası
Toplantı ve gösteri özgürlüğü, bireylerin düşünce lerini açığa vurmak amacıyla toplanabilmelerini ve yürüyüş ya da başka yöntemlerle gösteri
Kaynak: Toplantı ve gösteri özgürlüğü
Belden aşağıya ve enseye vurmak, sporcunun kendi etrafında 360 derece dönmesi, avuç içi (eldivenin beyaz boyalı bölgesi harici) vurmak ,
Kaynak: Boks
Vurmak Yumruk atmak. İtmek, çekmek. Tokat atmak. Bir eşya ile vurmak. Çimdiklemek Tekme atmak Düşürmek. Dizle vurmak. Boğazlamak Boğmak
Kaynak: Fiziksel istismar
Keskin nişancılar hedeflere çok uzaktan isabet kaydetmek ya da çok küçük hedefleri vurmak için keskin nişancı ekipmanlarını kullanırlar.
Kaynak: Keskin nişancı
Rakibe kalkanla vurmak, oyun aleti veya koruyucu malzemesi yere düşen rakibe vurmak yasaktır. atmak, rakibe bedensel olarak vurmak yasaktır.
Kaynak: Matrak
bombardıman, gemi gibi yan taraflarında zırhların daha güçlü olduğu hedeflerde üstten bombalayarak zayıf yerinden vurmak gibi avantajlara da sahiptir.
Kaynak: Pike bombardıman uçağı
Bu füze ya da silahların ana görevi ağır zırhlı tank veya zırhlı savaş araçlarını vurmak ve yok etmektir. ATGM'ler genellikle atış
Kaynak: Güdümlü tanksavar füzesi
jpg | Sahile vurmak üzere olan bir dalga Kategori:Plajlar Kategori:Peyzaj mimarlığı.
Kaynak: Plaj
Düşman uyduları vurmak için kinetik mermiler ya da enerji veya partikül silah sistemleri kullanırlar. Astronomi uyduları : Uzaydaki diğer
Kaynak: Yapay uydu
23 Eylül 1951, Bursa ), Kurtuluş Savaşı sırasında 16 Haziran 1919 ' da Malgaç Baskını ile düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın
Kaynak: Yörük Ali Efe
ablasından önce evlenmesi Kadının yanında at ve sığır gibi hayvanlara vurmak Gelinine kötü davranmak Çocukları güzel eğitmemek Çocuklara
Kaynak: Xabze
Sağ elde tutulan çakmak ise taşa vurmak suretiyle çıkan kıvılcımla yanma sağlanırdı. Daha sonraları kav yerine pamuk ipliğinden fitiller
Kaynak: Çakmak
bir sopa veye benzer birşeye kıpırdamasına müsaade etmemek için bağlandıktan sonra sopa, jop veya benzer cisimler ile vurmak ile gerçekleşir.
Kaynak: Falaka
Ancak yanal atış açısı çok dardı ve hareket halindeki bir hedefi vurmak için bütün araç sağa veya sola dönüyordu. II. Dünya Savaşı nın
Kaynak: Sturmgeschütz
Bugün halen kullanılmakta olan "dalgaya karşı yüzmek", "büyük balık küçük balığı yer", "kafasını tuğla duvara vurmak", "dişine kadar
Kaynak: Felemenk Atasözleri
Vagonmedya.com
2009-2024 © Sözce hakları saklıdır.